Çarşamba, Ocak 25

I Daniel Blake



Ken Loach 10 yıl arayla ikinci kez Altın Palmiye kazandı.  Ken Loach'un kazanmasında sorun yok ama film sanki biraz yönetmen ismiyle bu başarıya ulaşmış gibi duruyor. Kötü film hiç değil ama Loach'un en iyi filmlerinden biri gibi de gözükmüyor. Belki de Loach'un daha önce defalarca bahsettiği bir durumdan beslenmesi, beni biraz üzdü. Ama belki de ilk defa bu filmle Loach'u tanıyacak olanlar filmi ve yönetmenin çok seveceklerdir. Bir de ne olursa olsun, insan kendini, derdini, meselesini en iyi yapabildiği şekilde ifade etmeli.

Her şeye rağmen, sonuna kadar izlenen, düşündüren, keyif aldıran, üzen bir film. Loach'un sırrı da burada. Her şey gerçek ama bu gerçekliğin de sınırlarına çıkılmamış. Dram varsa izleyiciye hissettiriliyor ve bunun için vahşet, savaş, kan, ajitasyon gibi olguların gözümüze sokmasına gerek duymuyor. Gündelik hayatın da herhangi bir filme konu olabileceğini; seks, savaş, aksiyon ve uzaylılar olmadan da çok iyi bir film yapılacağını gösteriyor.

Ana fikre gelirsek; özellikle Batı'da artık zirveye çıkan bireyselleşmenin çok da matah bir şey olmadığını gözler önüne seriyor. Batı eleştirisi yaparak kendimizi aklamayacağız tabi ki, biz de aynı yolun yolcusuyuz. Üstelik yolun başında "Komşusu açken tok yatan" vardı. Şimdilerde oralardan çok uzaklaştık.

69 yaşındaki bir amcanın otobüste söyleyeceği cümleler belki bunlar. Zaten ben de birey olarak toplumdan daha farklı değilim. Örgütlenmekten, örgüt kelimesinden yıllarca kaçındım. Çünkü korkutucu olduğu öğretildi. Örgütlenme çağrısı yapanlar da bize pek yardımcı olmadı, her defasında geniş çatılar altında ama korkutucu bir hiyerarşi içinde olma yolunu gösterdiler. Onlar da aslında kalabalık yığınlar oluşturma peşindeydi. 

Fakat Loach filmlerinde de görebileceğimiz gibi; örgütlenmek illa adı konan bir örgütle olmaz. Yürüdüğünüz sokakta, iş yerinizde, gittiğiniz pubda, mahallenizde, evinizde de örgütlenebilirsiniz. Bunun adı da dayanışma olur. Toplumsal dayanışma ufak noktalardan başlar, bütüne yayılır. Mahallelerden.... Eğer bu göz ardı edilirse, karşı kapının ardında neler olduğu bilinmezse insan kendini soyutlamaya devam eder. İşin ucu da yalnızlıktır.

Tabi bizde karşı kapının ardını bilmek; ahlak soslu toplum polisliğine döndüğü için, o da rahatsız edici bir pozisyona dönüşüyor.

Aslında bu söylemler, filmin bir kısmı; yan karakter genç anne Katie ve onun çocukları için geçerli. Filmin temelinde ve isminde ise Daniel Blake ile onun meselesi var. Orası net bir bürokrasi eleştirisi. Onun üzerine söylenecek bir şey de yok. Dünyanın her yerinde yaşanan ve kanıksanan, artık skeç veya film olmadan anlatılması imkansız hale gelen, değişmesi beklenmeyen bir evrensel problem. İşte orada da da örgütlenmenin diğer kısmı gerekiyor. Duvarlara yazı yazmak, duvarları yıkmak. İşte bu iki durum da birbirini tetikliyor. Yani duvarın önünde kalabalık durmak için önce mahallenizdeki problemleri çözmek, dayanışmayı oradan başlatmak gerekiyor. Aksi halde "Başkan, gel yarın eylem var" diyerek sokağınızdaki insanları tanımadan meydanlara giderseniz, ya sonuç alamaz ya da günlük bir kazanım elde edersiniz.

Sonuç olarak, bu kadar derin ve önemli düşünceleri kafada çaktırdığı için bile değerli bir filmdir. Ama Ken Loach'u tanıypruz. Onun filmleri hep böyleydi. Yeni bir şey çıkmadığı için üzüldük. İnsan Messi'yi çok sevse de ara sıra Premier Lig'de görmek ister.

Bu arada filmde çok güzel bir Premier Lig muhabbeti ve ligin analizini çok iyi bir şekilde ortaya koyan bir Çinli var. Sinema salonunda kimsenin anlamadığını görünce üzülmüştüm.


Hiç yorum yok: