Çarşamba, Mayıs 24

The Master



Paul Thomas Anderson filmlerini daha önce hiç izlememiştim, ama birçoğuna basit anlamda aşinaydım. Bazı sahneler ve fragmanlar bazı şeyler vaad ediyordu. Tempo, coşku ama aynı zamanda derinlik bunların en başlıcalarıydı. Bir de bütün bu kabarmayı tetikleyecek provakatif bir teknik. Aksiyon değil; coşku! Tam aradığımız gibiydi.  Fakat, galiba tüm bunları zihne kazımak ve onların ardından seriye The Master ile başlamak hata oldu. En azından o heyecanlı çekimleri beklerken, 150 dakika boyunca bu kadar yakın çekime gerek yoktu.

Bu film bir Boggie Nights gibi değil sanırım. Magnolia da değil. There Will Be Blood'un da daha farklı olduğunu sanıyorum. The Master ise 2 buçuk saate yaklaşan süresi ile bizi bitirdi.

"Biz" derken, ABD dışındaki herkes olmalı. Filmi anladım, yönetmeni anladım, senaryoya saygı duydum ama bu bizim işimiz değil, çünkü arada ıskaladığımız çok fazla şey oluyor.. Gerçi bir yandan da ABD'de 1950'lerde yükselen tarikatları, burayla eşleştirmek faydalı olabilir ve bu açıdan bu film bize bir yol planı çizdirebilir. Yine de toplumların birbirlerinden farkları çok fazladır. Bir kere filmin geçtiği dönem, 50'lerin başı. Yani İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrası. 1929 krizinin etkisini hisseden, savaşı yaşayan, dünyadan kopan, kendini boşlukta hisseden gençlerin tarikatlara yönelmesi kaçınılamazdı.

Türkiye'de ise durum çok daha farklı. Ne ülke yakın tarihte böyle bir savaşa dahil oldu, ne de gençlik kendini boşlukta hissedecek kadar dünyaya açıldı. Dünyaya açılma kısmı önemli bence. Filmdeki Freddie karakteri de çok önemlidir. Bize çok önemli bir Amerikan kuşağını anlatır. Hem bir yerlere gitmeye çalışır hem de otoriteye karşı zaafı vardır. Bu çelişki filmin konusunu doğurur. Master ile tanışması da böyle bir gemiye atlamasından doğar. Özgürlüğü sever. Oysa bizim tarikatçi gençlik, böyle yolculuklara kalkışmaz, aklından bile geçirmez. Özgürlük yasaklı kelimedir. Onların savaş travmaları da -eğer Güneydoğu'da askerlik yapmadıysa- pek yoktur. Sosyal hayatın ta kendisi onlar için yeterince korkutucudur, korkunç olduğu öğretilmiştir ve bir otorite her zaman korkuyu sıcak tutmuştur. Gençlik, bu korkuyu başka bir otoriteye sığınarak yeneceklerini düşünürler. O nedenle onları etkilemek için sadece iyi konuşan bir hatip olmak yeterlidir. Fakat bu başka bir konu. Bizim adamımız Freddie.. Onu etkilemek için sadece iyi konuşmak yetmez, karizmatik ve vaatçi olmalısınız.

- Hiç kimseye bağlı kalmadan mı yaşayacaksın?

+ Evet

- O zaman dünyada tek başınasın.

Filmin genel puanı ne kadar düşük olsa da, o karakterin çizimi, anlatımı bir sinema dersi olarak sunulabilir. Ve tabi ki ona hayat veren Joaquin Phoenix için de aynısını diyebiliriz. Phoenix, son dönemde sıkça yaptığı gibi, yine filmin kendisinden, çok oynayacağı rolün büyüsüne kapılmış. Bana öyle geliyor en azından. En azından bu filmle haklı olarak Oscar'a aday oldu Tıpkı, yardımcı erkek oyuncuda, filmden iki sene sonra vefat edecek olan Philip Seymour Hoffman gibi.

Hoffman'ın karakteri daha kolay. En azından biz biraz daha aşinayız böyle karakterlere. Toplumun değerlerini, yaşam tarzını, ülkenin yapısını, tarihi, geleceği çok iyi sezen ve buradan kendisine bir güç alanı yaratan o insanlar... Lancaster Dodd, bu açıdan önemli bir karakter. Fakat film; bazı noktaları çok hızlı geçiyor. Bu sayede, bizim gibi ABD toplumundan olmayan insanlar bazı ayrıntıları ıskalıyor. Ben de birçok şeyi, filmden sonra okuduğum yazılarda farkettim/öğrendim. Mesela, çoğu yerde filmde anlatılan konunun Scientology ile alakalı olduğu belirtilmiş. Doğru olabilir ama benim onlara dair bilgilerim çok kısıtlı. O yüzden, bende böyle bir gerçeklik var olmadığı için etkilenmek zor. Peki film yapanlar, kafasındakileri açığa çıkarırken herkesi düşünmek zorunda mı? Olmayabilir. O nedenle eleştirmiyorum ama filme de ısınamıyorum.

Yine de Paul Thomas Anderson'ın referansı çok sağlam, diğer filmlere de şans vereceğiz. Ne de olsa kendisini bu filmi yaptığında 42, merak edilen diğer filmlerini yaptığında da 20'lerindeydi. Karşımızda zeki bir adam olduğunu inkar edemeyiz, bir çırpıda ondan vazgeçemeyiz.

Hiç yorum yok: