Perşembe, Ocak 25

Sosa'nın Karısının Askerleriyiz


Yazar: Refet

Atanamamış Amatör Sosyologlar Yazıları | Kharkiv




Biz ki; 31 Aralık’larda -saat 17:00 sularında- kabak tatlısının pişerken çıkardığı iştah kapayıcı kokusu eşliğinde, yeni yıla erken giren okyanus ülkelerinin havai fişek gösterilerini izleyerek büyüdük.

Bu seferde biz; 2018’e hep sonradan misali geç giren bir Cumhuriyet olarak alanlardayız..

İkinci Dünya Savaşı’nın kalelerde/kalplerde/katedrallerde ve kadehlerde bıraktığı bilumum izleri görmeye...

"Adam olacak çocuk bokundan belli olur" mottosunu kendimize uyarlayarak "güzel geçecek spontane daha havalimanına gidiş yolundan belli olur" diye minik totemler yapıyoruz kendimize. "Sergen bir ara ne iyi gidiyordu hatırlıyor musun? Aslında osuruk; safi rüzgar... Yanında 1-2 genç varmış, maçları deli analiz ediyorlarmış. Onlar gidince rezil oldu" da bahsedilen o analizci gençler gibi hissedip kendimize gaz veriyoruz. Bir nevi motivasyon kaynağı bu da.

Ahmet Kaya'nın resitallerinde sahneye "Nazım Baba'dan oku Nazım Baba'dan" diye bağıran seyirciye tamam diyerek hafif gülmesi ve ilerleyen dakikalarda "Hani Nazım'ın da dediği gibi; ustalaştık taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta" diyerek odanın kireç tutmamasının nedenlerini sıraladığı halk türküleri gibi "Sevda baştan nasıl gider" in spontaneleriydi bunlar.

Yine ucuza düşürülen bir bilet, ani verilen bir karar, OFF'ların birleştirilmesi sonucunda Kharkiv'e akma planı. İstanbul yılbaşından çıkmış, bomboş, herkes evlerinde. Havalimanına ulaşmak zor olmadı. Her şey tıkır tıkır işliyordu. Ne asker uğurlaması, ne hacca gidenler, ne de transfer karşılama yoğunluğu vardı. Böyle boş olunca da "Ulan bomba ihbarı falan mı var acaba?" diye şüpheleniyorsun.

Uçağa giriş kapısında duran kalabalık az çok seyahat edilecek yer hakkında bir önyargı oluşturur. Lviv'e inat daha az "gri tuğralı Doblo" sahibi abi vardı. Hatta hiç yoktu diyebilirim. Transit olarak ülkelerine dönen Ukraynalı vatandaşlar ve Ruslar çoğunluktaydı. 90'lı yıllarda klişe haline gelen "Adamların stadyumları 15 dakikada dolup-boşalıyor. Biz saatler öncesinden gidip helak oluyoruz"  muhabbetleri geldi akla. 15 dakikada dolup boşalan stadyumarın huzuru vardı. Ama 6 saat öncesinden gidip sıraya girilip, içeride Hakan Peker-Ufuk Yıldırım şarkılarıyla şımarma hali yoktu. Ne ağlayan bebek, ne kavga çıkaran yolcu vardı. Hatta Pegasus'un tekerlekleri beklenenden 2 dakika önce yerden kesilmişti.

Önyargı oluşmasın, algı operasyonu olmasın diye gideceğim yerlerle ilgili artık ön araştırma yapmıyorum. Ön araştırma dedikse şehrin takımının Türk takımlarıyla oynadığı maçlar, oradan transfer olmuş futbolcular falan. Oradan da işaretler ne getirirse artık... Kharkiv ise Türk Futbolu için tam bir hayal kırıklığıydı. Ertuğrul'u kovduran , Skibbe'ye bıraktıran, Sosa'nın eşinin beğenmeyip İstanbul'a kaçtığı bir yerdi.

Söylenen tek şey tabanca gibi bir takım olduklarıydı. Bu takım geçtiğimiz yıllarda küme düşürüldü ve Öz Metalist tarzı sıfırdan başlamıştı amatörden. Tamamdı işte; dibe vurup aniden çarpan o balık gibi çarpma peşindelerdi.



Şehirle ilgili yaratılan algı "Oranın Eskişehir'i diyelim" gibi bir algıydı. Vatos balığı yüzüme kocaman bir tokat atmıştı, 20938 yıldır Eskişehir'e gitmeden, ona benzetilen yere gidiyorduk. Paris'e gitmeden Diyarbakır'a "Doğunun Paris'i demek" gibi bi rşey. Son dönemlerde PR'ı sık yapılan Kars ile ilgili 48Kutay'ın ilgi alanına girmeye başlamıştım bile.

Şehre ayak bastığımda hava mevsim normallerinde seyrediyordu. Halk arasında "göt kesen soğukları" diye adlandırılan soğuklardan ve kar tanelerinden eser yoktu. Şehir merkezinde büyük bir noel ağacı karşıladı ama Lviv'in aksine Ukrayna bayrakları yok gibiydi. Orada bir referandum yapsam "Rusya'ya katılalım" diyenler %80 çıkabilirdi. Ukrayna'nın en doğusu olduğundan kendimce Türkiye'den çıkarımlar yapmaya çalıştım, tehlikeli sulara girdiğimi farkettim hemen çıktım o sulardan.



İstanbul'da olan yorgunluk burada da vardı. Gerçi bizde portakal-muz-tv8-çekirdek yorgunluğu idi ama burada sağlam votka tüketimi olmuştur diye düşünüyorum. Öğrenci kentinde hiç öğrenci görmedim. Hepsi memleketlerine gitmişti. Kendimi bir anda rakip takımın oyuncusunun başka takıma transfer olduğunu bilmeden "En tehlikeli silahları, önlemlerimizi aldık" diyen Mustafa Reşit Akçay gibi hissettim. Dünyanın en kısa basın toplantısı gibi en kısa spontane seyahatimde başkası olması beklenemezdi.

Kendimi çoğu zaman semtte hissettim. Her yer kapalı, her yer kiralık, her yer kentsel dönüşüm... 

24 saatten az kaldım. Galiba bu spontanelerden de sıkıldığımı fark ettim. Çünkü Eskişehir'i görmeden, "Oranın Eskişehir'i" demek olmuyormuş. Bu da buradan çıkardığım bir dersti kendi adıma. Hikaye çıkaracak, hikaye anlatacak kimse yoktu. Sosa'nın karısı haklıydı. Sanki Erman Toroğlu'ydum ve 0-0 bitip uzatmalarda da eşitlik bozulmayınca penaltılara kalan ve baskıya yetişmesi için alelacele yazılan bir yazıydı.

Biraz şey gibi; "Atama değil de, özel bir kurumdan teklif geldi. Gittik görüştük, içimize sinmedi ama bir yandan da çalışmak lazım" esnasında ağızda kalan o metalist tat gibi...

Kharkiv'in tek kazananı JAJA'dır ibütün bu hikayede , o da 15 Ocak itibariyle Thaliand SCG Muangthong United ile anlaşmış.



İşaretleri takip etmek istemiyorum, Thaliand'a mı git demek istiyor hayat?

Hiç yorum yok: